MUSTAFA YÜREKLİ
Siyasal tarihimizde gençliğin rolü, diğer dünya ülkelerinde üstlendiği rolün ötesinde bir rol, dolayısıyla farklı bir anlam taşımaktadır. 19. yüzyıldan başlayan Osmanlı modernleşmesini ve Cumhuriyet Batıcılığını incelemek bile sözkonusu farkı anlamamızı sağlayacaktır.
Osmanlı Frenkleşmesi (Cumhuriyet döneminde batılılaşma, 1950’den sonra da modernleşme olarak adlandırılacak olan Batı etkisinde değişme) 19. yüzyılda kurulan ve Batı tipi pozitivist eğitim veren eğitim kurumları üzerinden gerçekleştirildi. Üniversite ve medya, Batı hesabına Müslüman gençliği öğüten değirmen oldular.
OSMANLI’DA GENÇLİK HAREKETLERİ
Tıbbiye, Harbiye ve Mülkiye olarak üç saç ayağı üzerine oturtulan Osmanlı yüksek öğrenimi üzerinden modernleşmek, bir yabancı projeydi, İngiliz projesiydi; İslam Devleti’ne karşı muhalif hareketler üniversitelerden kopan fırtınalardı. Tıbbiye, Harbiye ve Mülkiye’deki yabancı hocalar, eğitim alan cesur, zeki ve çalışkan çocuklarımızla özel olarak ilgilendiler ve beyinlerini yıkadılar. Osmanlı üniversite eğitimi için yurt dışına gönderdiği gençlerin hiç bir hayrını görmedi. Artık genç bürokratlar, genç devlet görevlileri ve genç şehirli aydınlar modernleşmenin öncüleri haline geldiler.
Osmanlı’da Batıcı siyaset, gençlerin yürüttüğü bir bürokratik akım olarak tarih sahnesine çıktı. Batıcı akımdaki sözkonusu gençlik olgusu adlandırılırken bile vurgu yapıldığı görülebilir. Batıcı siyasi hareket, kendini tanımlarken, kendine Genç Osmanlılar ve sonrasında da Jön Türkler demeleri ve Fransızca genç anlamına gelen “jön” kavramını seçmesi tesadüfi değildi.
İngiliz ve Fransızlardan destek alan Genç Osmanlıların çalışmalarıyla I. Meşrutiyet diye adlandırılan modernleşme sürecine girilmiş oldu; Osmanlı’nın ilk anayasası olan Kanun-i Esasi ilan edilerek, Meclis-i Ayan ve Meclis-i Mebusan kuruldu. I. Meşrutiyet, toplumun İslam medeniyetinden çıkarılıp tamamen Batı uygarlığına geçirilmesiydi.
Anayasalı yönetime geçiş, İslam hukukunun yürürlükten kaldırılması anlamına geliyordu. En üst kurum haline getirilen Meclisi Mebusan ile Halife Sultan’ın iradesi sınırlandırılıyordu. Anayasa ve Meclisi Mebusan’ı savunanlar gayrimüslim vatandaşların ayrılıkçı hareketlerden vazgeçeceğini varsayıyorlardı; Balkanları kaybedince bütün bu tedbirler boşa çıkmış oldu.
Sultan II. Abdülhamit’in muhafazakar, savunmacı ve sıkı rejimine karşı mücadele veren Jön Türkler ve sonrasında kurdukları İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Partisi, 1908 II. Meşrutiyet devrimi ile Osmanlı modernleşmesi hedefine ulaştırıldı: Osmanlı Devleti tarih sahnesinden kaldırılıp yerine cumhuriyet ilan edildi.
İttihat ve Terakki’nin A kadrosu devleti Birinci dünya Savaşı’na sokup yenilerek Osmanlı’yı tarihten tasfiye etti ve Mustafa Kemal Atatürk öncülüğündeki B kadrosu da cumhuriyeti ilan etti.
Böylece Meşrutiyet’in amacının, Avrupa’da 1856 Paris anlaşması ve 1878 Berlin anlaşmasıyla kurulan masadan Osmanlıyı kaldırmak ve Avrupa’yı / dünyayı Osmanlısız yönetmekti ama aynı zamanda küçültülüp Anadolu’ya sıkıştırılmış İslam milletini Batı’ya eklemlemek, bağımlı ve güçsüz hale getirmekti.
Üniversitede beyinleri yıkanıp aldatılan Batıcı gençler, büyük değişimde ikbal ararken, medreselerde okuyan Müslüman gençliğe biçilen rol, Birinci Dünya Savaşı’nda, Çanakkale Savaşı’nda, yedi cephede ve Milli Mücadele’de kırılmaktı. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının örgütlediği Milli Mücadele hareketi içerisinde gençlik aktif olarak yer aldı. Nazım Hikmet, 1920’de Moskova’ya üniversite eğitimi almaya giderken medrese öğrencileri şehadete yürüyordu.
Böylece ülkenin geleceği, gençlik üzerinde oynanan oyunla belirleniyordu.
CUMHURİYET’TE GENÇLİK HAREKETLERİ
Gençliğin Cumhuriyet döneminde toplumsal yaşamdaki rolü Batılılaşmaya öncülük etmek olarak belirlenmiş ve Batıcı gençliğin önü açılmıştı. Gençlik artık kapatılan medreselerin dışında kalmış, medeniyeti yıkılırken başına gelen felaketi bile anlayamamış, modern okullarda seküler eğitim almaya başlamış ve Batıcı iktidar tarafından rejimin geleceği ve gelişmesinin en önemli unsuru olarak yüceltilmiştir.
23 Nisan ve 19 Mayıs gibi çocuklar ve gençlere bayram ilan edilmiş bir ülkede yaşamamız da işte Cumhuriyetin kurucu kadrolarının gençliğe verdikleri Batıcılığa öncülük etme rolüyle yakında alakalıdır. Atatürk’e göre gençlik kendisinin ve rejimin eksikliklerini giderek ve tehditler karşısında rejimi koruyacak olan en önemli sosyal gruptur.
Atatürk gençliğe öylesine güvenmiştir ki, Bursa Nutku olarak bilinen ünlü konuşmasında gençliğe gerekirse her türlü tehlikeyi göze alarak, her türlü fedakârlığı yaparak ve hatta gerekirse kendisine de karşı gelerek ülkenin Batının bir parçası olarak kalması, Batıcı rejimi sahiplenip koruması yönünde telkinde bulunmuştur.
İşte bu Batıcı idealist duygularla kurulan Cumhuriyet rejimi, 1920’ler, 1930’lar ve 1940’larda Türkiye’nin elini kolunu bağlamış, hiç bir sosyoekonomik ve kültürel gelişme göstermesini sağlayamamıştır. Bu Batıcı idealist kuşakların çocukları ve torunları ise, 1950’li yılların başında ve 1960’larda, bırakalım medeniyet değişiminin getirdiği zararları belirleyip ülkeyi doğru yola koymayı, Türkiye’nin demokratikleşmesine karşı çıkmış, laik, ulusalcı ve devrimci anlayışının oluşmasında etkili olmuştur.
1950’lerin sonlarında, Demokrat Parti’nin sivil demokratik bir iktidar özelliğinden çıkarak artık bir sivil diktatoryaya dönüşmesi bahanesiyle İstanbul ve Ankara’da üniversite gençliği ayaklandırılmış ve DP iktidarının yıkılmasıyla sonuçlanacak darbe sürecine giden olaylar başlamıştır. Üniversite gençliğinin, 1950 sonrasında daha sonra PKK’ya dönüşecek olan ulusalcı, sol devrimcilik adı altında darbe ortamı hazırlama rolünü üstlendiğini görüyoruz.
27 Mayıs ihtilali sonrası hazırlanan Batıcı 1961 anayasası ile de üniversitelerin yeniden yapılandırılıp iyice kontrol altına alınması ve sol örgütlenmenin serbest bırakılmasıyla siyasal yaşamda önemli bir olgu haline gelmesi sağlanmıştır. Planlama ve yeniden yapılandırmaya gidilen üniversitelerde Batı merkezli bilim anlayışıyla, seküler eğitim verilerek gençliğin bozulmasına, yabancılaşmasına ve yozlaşmasına yol açmışlardır.
Gençlik 1960 sonrası dönemde liberal ve milliyetçi ideolojinin, özellikle sol ideolojinin etkisinde birbirine karşıt bir biçimde örgütlenmiştir; bir kesimi Amerikan yanlısı, SSCB karşıtı, bir kısmı da SSCB yanlısı Amerikan karşıtı gösteriler düzenlemiş, yüzeysel bir Batıcılık, taklitçilik ve sloganik bir Batı/emperyalizm karşıtlığıyla ülkenin medeniyet değişiminden doğan bunalımına, sosyal, ekonomik ve siyasal alanda yaşadığı sorunlarına büyük bir duyarsızlık göstermiştir.
GENÇLİĞİN AŞIRI SİYASALLAŞTIRILMASI
1960’ların sonlarından başlayarak Türkiye’deki sağ ve sol gençlik örgütlenmeleri arasında demokratik sınırları aşan silahlı çatışmalar yaşanmıştır. 1970’lerde bu olaylar daha da vahim bir hal almış ve sağ-sol çatışmaları şiddetle artarken, aynı ideolojinin farklı fraksiyonları arasında da silahlı mücadele başlamıştır.
Üniversitelerden taşan Batıcı ve milleyetçi sol gençlik, şehirleri kana bulamış, bürokratik oligarşinin ekmeğine yağ sürüp istedikleri darbeleri kolayca yapmalarını sağlayan kanlı bir terör seferberliğine girmiştir.
Gençliğin siyasete katılımı ne kadar olumlu bir özellik ise, 1970’lerde gördüğümüz bu aşırı siyasallaşma ortamı da o kadar olumsuzdur; amacın gençliğin bilinçlenmesi olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Gençliğin üniversitede dünya düzenini ve İslam milletinin durumunu kavrayıp eleştirebilecek düzeyde bilinçlenmesi, doğru inanç, sağlam bilgi, sağlam düşünce ve erdemle temellendirilmiş siyasal kültür edinmesi ve milli bir siyasal kimlik kazanması gerekir. Üniversiteler, gençliğin doğru ve sağlıklı siyasallaşmasının önündeki en büyük engel haline getirilmiştir.
Genelde siyasallaşmadan bahsederken sosyologlar Amerikalı siyaset bilimci Robert Dahl’dan alıntılayarak dört aşamadan söz ederler. Bu aşamalar, ilgi duyma, önemseme, bilgi edinme ve eylemde bulunmadır. Bunlar demokratik bir siyasallaşma zincirinin dört önemli adımıdır. Batıcı sosyolojinin penceresinden bakıldığında bile gençliğin aşırı siyasallaştırılması yanlış bir politikadır: Çünkü gençliğin eylem aşamasının yasallıktan ve demokratik düzenden çıkması ve silahlı çatışmacı bir mücadeleye dönüşmesi durumunda aşırı siyasallaşma durumu gündeme gelir.
12 Eylül öncesi dönemi gençliğin aşırı siyasallaştığı bir dönem olarak nitelendirmek bilimsel açıdan doğru olacaktır. Bu dönemde gençliğin yasal çerçeveden ve demokratik düzenden çıkmasında tabii ki dış destekli oyunların ve provokatif söylemlerin de büyük etkisi olmuştur.
Bu nedenle gençleri suçlamak gibi bir kolaycılığa kaçmak yerine, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, 27 Mayıs’tan günümüze üniversitelerdeki tabloyu oluşturan iç ve dış nedenlere odaklanmak daha doğru olacaktır.
12 EYLÜL GENÇLİĞİ TARTIŞMASI
1970’lerin sağlıksız ve aşırı siyasallaşma ortamına tepki olarak tüm siyasallaşma yollarını askıya alan 1982 Anayasası ile de gençliğin siyasete katılması tamamen engellenmiştir. Üniversitelerin yeni misyonu, bilinçsiz, apolitik kuşaklar yetiştirmektir; artık gençlerin ülke sorunlarına sahip çıkmaması arzulanmaktadır.
12 Eylül öncesinde, 1961 Anayasası’nın üniversitelerde sağladığı Batıcılık doğrultusundaki siyasallaşma ortamının değerinin bilinmediği düşüncesiyle 12 Eylül sonrası gençlerin ve hatta tüm sivil-sosyal aktörlerin siyasete katılımını engelleyen baskıcı bir anayasa ilan edilmiştir. Tüm siyasal partiler, sivil toplum kuruluşları, sendikalar kapatılmış ve demokrasiye dönülmesi sonrası da siyasal partilerin sivil toplum kuruluşları ve sendikalarla ilişki kurabilmesi hatta gençlik ve kadın kolları kurması engellenmiştir.
Bu baskıcı otoriter özellikler zamanla kısmen kaldırılmış ve Türkiye’de yeniden yarı demokratik bir düzene geçilmiştir.
Siyaset bilimi açısından ele alındığında depolitizasyonun 3 önemli nedeni vardır. 1.Aşırı gelişmiş zengin, refah düzeyi yüksek ülkeler ve gruplarda siyasete ilgisizleşme nedeniyle katılım azdır. 2.Çok fakir, geri kalmış, eğitimsiz gruplar ve ülkelerde kadercilik ve etkinlik psikolojisinden yoksunluk olmaması nedeniyle siyasete katılım düşüktür. 3. Siyasetin çok tehlikeli bir hal aldığı iç savaş, darbe gibi dönemlerde velilerin çocuklarını siyasetten uzak yetiştirmesi nedeniyle siyasete katılım düşer. Bu kuramla ülkemizdeki siyasal hayatı açıklamak ve anlamlandırmak mümkün değildir. Bu uyduruk kuram, “varoş semtlerinde oturan fakir-kaderci topluluklarda depolitizasyon 12 Eylül’den bu yana çok yaygınlaşmış ve aslında solun güçlü olması gereken bu bölgelerde neo-liberal siyasal İslamcı partiler önem kazanmıştır” teranesine dayanak yapılmaktadır.
1908 İkinci Meşrutiyet devriminden beri Anadolu’da İslam milleti Batıcı politikalarla ve “irtica” söylemiyle baskı altında tutulmaktadır. Müslüman aydınlar ve gençler, laikliğe aykırılık ve mevcut anayasal düzeni yıkmaya teşebbüsten dolayı sık sık yargılanıp zindana atılmıştır. Aynı gerekçeyle Milli Görüş partileri üst üste kapatılmıştır.
12 Eylül öncesi iç savaş döneminde canları yanmış ya da evlatlarını kaybetmiş, 12 Eylül’ün işkenceci, baskıcı dönemini görmüş olan milliyetçi ve solcu aileler, çocuklarını siyasetten uzak yetiştirmeye gayret etmiş olabilirler. Müslüman halk, bir an önce serbestliği sağlamak, demokratik şartlara kavuşmak için 1961 ve 1982 anayasa oylamalarına büyük oranda katılmıştır. Müslüman aileler, çocuklarını terör ortamının dışında tutmayı başardıklarından 12 Eylül öncesi ve sonrası yaşanan sıkıntılardan uzaktır.
Türkiye’de siyasi hayatı anormalleştirecek boyutta ne “yaygın fakirlik” ve “kadercilik” anlayışları vardır, ne de 12 Eylül travmasının Müslüman halkta yarattığı herhangi bir korku.. Müslüman gençlerin 1980’den bu yana siyasete katılımı oldukça yüksek düzeyde kalmıştır.
Türkiye’de siyasetin çarpıklığı, iki Batıcı partinin rekabetinde şekillenmesi ve İslam partisinin kurulmasının yasaklanmasından kaynaklanmaktadır. Sağ ve sol kutuplara ayrıştırılan siyaset, yapay gerilimlerle seçimler atlatmakta, Müslüman halkın gözünü boyamakta ve boş hayallerle oyalamaktadır.
Tıpkı Osmanlı’da meşrutiyet döneminde ve Cumhuriyet dönemi boyunca, özellikle 12 Eylül’den sonra, Müslüman gençlere karşı güçlendirmeye gayret ettiği ve Batıcı örgüt ve partilerin seküler modern Batı kültürünü toplumda yaygınlaştırılması gençliğin ülke sorunlarına sahip çıkmak yerine, dış güçlerin ve işbirlikçilerin elinde oyuncak olmasına yol açmıştır.